Eternal rower

Eternal rowerEternal rowerEternal rower
Ana Sayfa
Karakterler
Mekanlar ve Yerler
Ebedi Kürekçi Yazılar
Yazılar
  • Küçük Delikanlı

Eternal rower

Eternal rowerEternal rowerEternal rower
Ana Sayfa
Karakterler
Mekanlar ve Yerler
Ebedi Kürekçi Yazılar
Yazılar
  • Küçük Delikanlı
Daha fazlası
  • Ana Sayfa
  • Karakterler
  • Mekanlar ve Yerler
  • Ebedi Kürekçi Yazılar
  • Yazılar
    • Küçük Delikanlı
  • Ana Sayfa
  • Karakterler
  • Mekanlar ve Yerler
  • Ebedi Kürekçi Yazılar
  • Yazılar
    • Küçük Delikanlı

Küçük Delikanlı

Sonraki Sayfa >

Çiçek

tıpkı bir ay çiçeği gibi

güneşi görünce gözleri,

şımarıyorlar hemen
yeşile,
yeşile kaçıyorlar
baharın bir günü


benimse katarakt bir bezginlik gözlerimdeki.

her şeye rağmen,
bir iki saniye fazla değil,
onun gözlerinde gördüm,
Moda’dan denizin eksik yeşilini.



K.D

Haziran 12

İhlal

yağmur yağıyordu, 
muşambayla korunuyordu seni beklediğim yer.
muşamba, yolu görmemi engelliyordu, 
yoldan geçenler artık insan gibi değil sanki hayalet gibiydiler,
hiçbiri sana benzemiyordu.


yağmur yağıyordu,
seni beklerken içtiğim sigara yağmura karışamıyordu,
sana yerimi gösterecek hiçbir şey yapamıyordum,
cesaretimi toplayıp, bu büyük ihlali gerçekleştirdim
ve ayakkabımın ucunu, 

muşambanın altından dışarı çıkardım.



-----------------------------------------------------------------------

Yaklaşık beş dakika geçmişti her an yakalanabilirdim. Oturduğum yerin sahipleri bir şeyler sezmeye başlamışlardı, içeriye bir yerlerden bir esinti ve yağmur damlaları geliyordu. 

Önümdeki 6 sırayı teker teker gezmeye başladılar. O soğuk gelen, ıslak yeri arıyorlardı. Bu davaya baş koymuştum artık, geri çekmeyecektim ayağımı, kabullenmiştim, başıma ne gelecekse hazırdım.

İlk dört sırayı bitirdiler, artık sadece önümdeki son sıra kalmıştı, sonrasında sıra bendeydi. Beşinci sıraya geçerlerken, orada oturan kadın beni fark etti ve birden ayağını muşambanın altından, dışarıya uzattı.
Ama bu benim savaşımdı ve hemen kalkıp kendimi gösterdim, elimi kaldırdım ve "ben yaptım" dedim,
"Evet! Ayakkabımı muşambanızın altından dışarıya ben çıkardım, dikkatli bakınca ucunda birikmiş yağmur damlalarını görebilirsiniz."
Kadını gösterip, "ama o da..." dediler hemen araya girdim ve “hayır!” dedim. "O, onun olmayan bir savaşta yaralanmamalı".

Bu arada tüm bunlar olurken sen hâlâ yoksun.

Tamam dediler, 
beni muşambanın sınırından alıp, daha da içeri oturttular. 
Artık hayaletler de görünmüyordu ve sen her an gelebilirdin.
Bir şeyler yapmalıydım çünkü artık sigara da içemiyordum.


K.D
Haziran 1

Kırmızı Balık

Nasıl gitti anlamıyorum,
Kavanozundaki suyu temizlerken bardağıma koyduğum japon balığı.

Ne kadar uzaklaşmış olabilir diye bakıyorum evin her bir köşesine,
Saatler geçiyor, akşam iniyor, yok.


Ölmüş olmalı titreye titreye can çekişerek,
Evin uzayında, sonsuza kadar, aynı hızda.

Belki de şimdi sokakta,
Yürüdüğüm yolları yürüyor sırtında bohçasıyla karanlıkta.


Halbuki ben, geceleri hep ılık bir ışık bırakırdım ona bakan,
Korkmasın diye tutsaklıktan 


K.D
Mayıs 18 

Göç

ve gün gelmişti,
sabaha doğru, gün ışımaya yeni başlarken
arkasına bakmadan alıp yükünü sırtladı 

başladı bitmeyecek olan yol, yalın ayak.


çünkü susturamadı.
sus dedi olmadı,
vurdu kırılmadı,
sövdü alınmadı,
kanattı ama ölmedi.

an gitmek anıydı.
arkasına bakmadan alıp sırtladı yükünü.
başladı bitmeyecek olan yol, yalın ayak.


konuş dedi şimdi konuş,
kimse duyamaz artık seni benden başka,
artık uzaktayız ikimiz de.
hadi konuş şimdi dilediğin gibi,
istesem de bir şey yaptıramazsın artık bana.


ve yük konuştu son kez,
serin ol dedi, son sesidir bu gevezenin,
her yerde ayrı ayrıyızdır biz dedi.
her dilde ayrı konuşuruz.
her kişiye musallat.
sadece akıl susturur bizi.


eğer susmuyorsak,
eğer hala bunca yol taşınmışsak sırtında çok uzaklara,
ne çenebazlığımızdan, ne de yüzsüzlüğümüzden.


ayakların kanıyor dedi, canın yanmasın


K.D
Mart 18 

Kayın

Her gece bir efkârlık nefes ki sigaramda adın,

Gülümsemeni artık anımsayamıyorum pinhan, gülümsemen yarım. 


Dokunuşu elinin, bir saniyelik dokunuşu yüzüme, 

eski bir bahçede yaşlı bir kayın. 

Sesini anımsayamıyorum pinhan sesin kırık, sesin yarım. 


Her gece küller bırakıyorum parçalanmış sol yanağıma

gecenin ikisinde evine gizlenerek giderken vuruyorlar pusudan.

sol yanağım ve külleri uçuyor mahallenin sıcağına 

dökülüyor dalına kayının. 


Çaresiz yeniden, 

elinin bir saniyesinde son buluyor yolculuğu kül dolu yanımın.


K.D
Mart 6

Şubat

şimdi şubat

en büyük bilinmezi tarihin.

her şeyi feda edebilen görecek gerçeği.

şimdi şubat,

bekliyor, sadece kuşkusuz olanların yürüyebileceği yolun sonunda

sıcak ve huzurlu sesiyle çağırıyor

ve adını fısıldıyor sağır kulağıma


soruyor, duyuyor musun? 

duyuyorum

görebiliyor musun? 

görüyorum.

hazır mısın? 

hazırsın.


insanı çıldırtan bir sesle çatlıyor aniden yer

kuşlar sağa sola uçuşmaya kalkıyorlar kuru ağacın dallarından

ve şubat çıkıveriyor çığın altından

kıpkırmızı ve yüce

açıyor kollarını iki yana upuzun

gökyüzünden bana indirip gözlerini,

basıyor bağrına kalbimi

hoş geldin ediyor, alıyor içeri.


K.D

Şubat 3  

Şapka Tavşanı

17’nin Şubat’ında devrimci bir tavşan delirerek çıktı şapkadan.

o gece yağmur mavi bir iplik, sökülmüş gibi yağıyordu Kadıköy’e

kimseler tanımıyor bilmiyordu beni ki sokak lambasıyım ayan

başlarında tavşan olan isyancılar, aralarında bilinmedik bir dille anlaşıyor ve örgütleniyorlardı görüyordum.

bir tek ben anlıyordum onları, her şeyi ışıl ışıl gören ben ve bir de karşımdaki evin 6. Katındaki Nilgün Hanım


Nilgün Hanım, güzel, incelikli kadın.. 
elleri, ayak bilekleri incecik.

kocasını, çocuğunu, kedisini ve bir de sigarasını çok sever.

camı hep yarım açık yatar.

uzun yıllar boyunca her sabah tül tül olmuş geceliğiyle kalkıp sıcacık yatağından, önce uyuyan kocasına bir bakar sonra çocuğunu öper uyandırmadan,
ardından uzun dalgalı saçlarını tarar aynasının önünde, 
kedisini alır kucağına, 
cama gelir bir sigara yakar sokağın o eşsiz ve nadir yalnızlık anına.


o saatte sokakta ve sokağın farkında olan kimse olmaz ikimizden başka.

içine çektiği sigarasını üflerken dışarıya, beni görüp en güzel günaydını kondurur sönmek üzere olan ışığıma.

sigarası bitince uzun salaş kahverengi beyazlı eteğini giyer, 
üstüne bir kazak ve koşar ayak vapura işe yetişmek için.

memurluktan emekli olduktan sonra önce kocası, sonra kedisi terk ettiler onu.

Çocuğu da arada bir uğrayıp insanlık vazifesini yerine getirir oldu sağ olsun.


Nilgün Hanım hiç ağlamadı.

hiç affetmedi.

sigarasını daha da sevdi sadece.

artık üstünü hiç değiştirmiyor, saçlarını hiç taramıyor, camın kenarından hiç ayrılmıyor ve beni görmüyordu.

elinde sigarası, bekliyordu, bir şeyleri bekliyordu.


17’nin Şubat’ında, gece saat 22.45 sularında, simsiyah gecede bembeyaz bir tavşanın önderliğinde isyancılar, 
önce rıhtımı kuşattılar,

ardından Akmar düştü.

Mühürdar’dan Zuhal’e doğru dalga dalga yayılıyorlardı.

umutsuzluk naraları attıkça isyancılar, 
memurları, gidemeyenleri, sıkışanları da arkalarına almaya başlıyorlardı.

kalabalık gitgide artıyor ama kimse göremiyordu.

Sakız Güllü’ye geldiklerinde benim tam önümde durdular

sanki bir haber, sanki bir işaret bekliyor gibi durdular.
çıt çıkmıyordu.

sonra demir kapı açıldı içeriden,

önce anılar çıktı dışarı, ardından Nilgün Hanım.


Onu görünce dayanamadım, ben de atıldım aralarına

O müthiş gümbürtülerle uyuyan Kadıköy sessizlikle uyandı, ama artık çok geçti.

Nilgün hanım, şapkadan kaçan tavşan ve bir sokak lambasının önderliğinde

arkamızda sıkışanlar ve bir şeyleri bekleyenler

tüm sokaklarını temizledik, tüm olmazlarını oldurduk Kadıköy’ün

son tavşan şapkadan kaçıncaya

son Nilgün Hanım yalnız kalmayıncaya kadar.

Rıhtım’dan Moda’ya kadar.

çoluk çocuk demeden

gözün yaşına, dilin sözüne bakmadan.
bıçağımızdan geçirdik Kadıköy'ü.


K.D
Aralık 31 

Gururlu Bir Yalnızlık

yalnızız,

yanan bir ormanda tek başına kalmış bir kaplumbağa gibi yalnızız,

en hızlı halimiz bizim, en gerisinde ormanın ve tam ortasındayız yangının


yalnızız,

Beyoğlu'ndaki son ahşap ev gibi yalnızız,

merdiveninde hayatta kalan son sokak kedisi en bilge kalabalığımız.


yalnızız,

en kötü romanın ilk basımı en değerlimiz,

bilinmez görülmez bir yerlerde, 

eti sayfa sayfa kemirilir gururla beklerken.


yalnızız,

Plüton gibi birdenbire alınır namımız, 

bizse mağrur ve hiç bozmadan kendimizi,

deriz ki bizi bilen bilir.

şu fezada hâlâ bir gezegeniz

deriz ki bilmeyenler bilmesin

duymayanlar duymasın

biz aşkın ve o anın her daim yörüngesindeyiz.


gidemeyiz aşk çeker,

durursak an biter.


yalnızız..


namsız bir gezegende 

yanan ormanın ortasında kalan son ahşap evde

en kötü romanın ilk baskısını 

son sokak kedisiyle okuyan bir kaplumbağa kadar yalnızız.


K.D

Aralık 26  

yapayalnız bir buz dağının ortasında, bağdaş kurup otursan yanıma, Mamak türküsünü söylesen bana. ağlasam, ağlasam hiç utanmadan, bir daha söylesen ve bir daha. hiç durmasan.


Türkü - K.D - Kasım 21

senin gözlerinin yeşilinde karşılamak vardı ölümü. oysa ben, tahta bir sandalyenin üzerinde öleceğim, anımsarken, yüzünü son kez gördüğüm günü.


Karşılama - K.D - Mart 19

Gece ve Ay

Geceleri dışarı çıkmamı bekler.
ben, 
dışarı çıkar çıkmaz, başımı yukarı kaldırıp hemen onu ararım,
gri beyaz perdelerinin arasında.

kimi zaman tül perdesini küçük elleriyle aralayıp,
yüzünü bana çevirir,
gözlerini üzerime dikerek, yanağında ince bir tebessümle.

bazen, iki kanadını da ardına kadar açar tahta penceresinin
avuç içleri pervaza dayalı, göğsü gergin, sırtı asil
tümüyle gösterir kendini bana,
yolumu aydınlatır ışıldayan geceliği.
tüm güzelliği ve duruluğuyla
bana bakar sevgilim ve izler her saniyemi.

kızdığı da olur bana,
Öyle ki dalgalar çekilir tüm denizlerden,
kaçamam karanlıkta.
ellerinde yanıp sönen meşaleleriyle,
sahilde, siyah ve parlak bir kayanın üstünde yakalar sadık dostları beni.

kocaman bomboş bir odada,
kadim zamanlardan gelen seslerle sorgulanırım.
dört yanımdan ağır ağır üzerime yaklaşır, 
parlak cümlelerin sonlarında yanan ışıklar.


korkarım karanlıkta.

sonra, kıyamaz. 
yeter der, 

bu kadar yeter.
büyüyen kızarık gözleriyle.


yüzünü yüzüme yavaşça yaklaştırarak,
tüm suçlarımı son kez yüzüme vurup,
bırakır beni yalnızlığıma, 
utanırım karanlıkta.

ertesi gece,
dayanamaz dışarı çıkarım,
kafamı kaldırıp, penceresine bakarım umutsuz bir suçlulukla,
tahta penceresini aralamış yine elleri
ve
üzerinde parlayan beyaz geceliği,
göğsü gergin, sırtı asil, 
mağrur göz bebeklerini eğerek aşağıdaki bana,
oradadır yine,
yolumun aydınlığı. 


K.D

Ocak 30

Yok oluşundan sonra, aynı bara, belki bin kez gittim. ve beni, belki bin kez tanımadılar. Sana son günümüzde beni hatırla dediğimi anımsıyorum. boş ver.


Hatır - K.D - Kasım 21

Kazdıkça kazdım çukuru, Kazdıkça indim derine. İnip kendimi koydum, kendi inime.


İn - K.D - Ekim 11

Buluşma Ve o yıldızlar ki o yıldızlar Bir gece Sadece Senin gözlerinle buluşmak için parlayacaklar. İşte ben o gecenin mehtabında gizlenmiş en küçük parıltıyım, Olup bitenin şahidiyim. İşte ben o gece, Sandalın yanından hiç ayrılmayanım. Ve her gece, sadece o gece için ışık toplayan benim


Buluşma - K.D - Haziran 10

Son Şahidin Ölümü

sonra bu şarkı, bu şarkı,

süzülüp uzayarak giden bir yol gibi kıvrılarak,

yağmurlu bir cam ardından bakar gibi

giriyor içine aksayan yanımın.


ve bükülmez denen tel kırılıveriyor.

martı uçmayı bırakıyor.


o güzel yaprak,

açıklayıp söylemek ve susmak arasında bir yerlerdeyken tüm gerçeği,


oracıkta,

pis bir ayakkabının tabanı altında,

iç çekip 

çatırdayarak 

parçalanıyor.



K.D

Mart 9  

Sıhhiye bir vapur kalktı akşam vakti, takipçisi, tanıdığım bir martının halefi bugün. bir vapur ağır ağır kalktı, oturduğu yerden. iyi etmek için suça sürtünerek açılmış bir yarayı, götürüyor, bu denizden, aynı denize...


Sıhhiye - K.D - Şubat 17

Durak

bir otobüs kalkıyor altı yoldan,

son otobüs bu tanıyorum.

en önde, 

koltuğun destek demirine eğilmiş bir adamın yanından geçerek ilerliyorsun içeri.


cama doğru dönüp

sertçe çekip alıyorsun

gözlerinin bana sarılmış ellerini.


ben nasıl olduğunu anlamadan,

yanında buluyorum kendimi

konuşuyoruz uzun uzun, gülüşüyoruz

beraber el sallıyoruz duraktaki bana.


durağına geliyoruz sonra,

iniyorsun otobüsten.

işte tam da burada başlıyor hastalığım,


sen iniyorsun,

ben inemiyorum.



K.D

Şubat 16

Işık

bazen bu yazılara üzülüyorum

hiçbirini göremeyecek olman ne acı


halbuki her ışığını yaktığında

giyinip kuşanıyorlar, saçlarını tarıyor ve mis gibi kokuyorlar

tutuyorum ellerinden yürüyoruz birlikte ışığa doğru, ışığa doğru


tek ayakları üstünde zıplayarak, 

yüzlerinde müthiş bir gülümsemeyle koşuyorlar 

ışığa doğru

Zapt etmek zor ama gözüm gibi bakmışım 

ışığa doğru...


sonra kapatıyorsun ışığı.


K.D

Aralık 18

Yol Tarifi

Beni bu kaldırım tanır

son otobüsüne yetiştiğin otobüs durağı ve bu yalnız ışık gençliğimi bilir.

yani çeyrek ekmek yürüdüğümüz o yokuşun adı Bahariye değildir.


sol elinle beni ortasından alıp güvenli bölgeye çektiğin sokak, 

sesimi en uzaktan duyar

beni, 

gözlerini bir saniye bile gözlerimden kaçırmadan baktığın her masa tanır.


bense hâlâ kaybederim sen aradığında yolumu, bilmeyi reddederek.

Tarif et isterim,

uzun uzun anlat bana, beni yetiştiren ışığı,

yön ver, yıllarca yanında durduğum duraktan kerteriz alarak

o Rex'e çıkan yokuş yok mu oradan, diye devam et konuşmaya


böyle olmayacak de en sonunda,

kapısında de kapısında bekliyorum gençliğinin.


Oraya doğru yürü, beni göreceksin de.

kendi sesinde, yıllarımla tarif et


K.D

Aralık 18

Sonraki Sayfa >

Telif Hakkı © 2025 Eternal Rower - Tüm Hakları Saklıdır.


Destekli

Bu web sitesinde çerez kullanılır.

Web sitesi trafiğini analiz etmek ve web sitesi deneyiminizi optimize etmek amacıyla çerezler kullanıyoruz. Çerez kullanımımızı kabul ettiğinizde, verileriniz tüm diğer kullanıcı verileriyle birlikte derlenir.

Kabul Et