tıpkı bir ay çiçeği gibi
güneşi görünce gözleri,
şımarıyorlar hemen
yeşile,
yeşile kaçıyorlar
baharın bir günü
benimse katarakt bir bezginlik gözlerimdeki.
her şeye rağmen,
bir iki saniye fazla değil,
onun gözlerinde gördüm,
Moda’dan denizin eksik yeşilini.
K.D
Haziran 12
yağmur yağıyordu,
muşambayla korunuyordu seni beklediğim yer.
muşamba, yolu görmemi engelliyordu,
yoldan geçenler artık insan gibi değil sanki hayalet gibiydiler,
hiçbiri sana benzemiyordu.
yağmur yağıyordu,
seni beklerken içtiğim sigara yağmura karışamıyordu,
sana yerimi gösterecek hiçbir şey yapamıyordum,
cesaretimi toplayıp, bu büyük ihlali gerçekleştirdim
ve ayakkabımın ucunu,
muşambanın altından dışarı çıkardım.
-----------------------------------------------------------------------
Yaklaşık beş dakika geçmişti her an yakalanabilirdim. Oturduğum yerin sahipleri bir şeyler sezmeye başlamışlardı, içeriye bir yerlerden bir esinti ve yağmur damlaları geliyordu.
Önümdeki 6 sırayı teker teker gezmeye başladılar. O soğuk gelen, ıslak yeri arıyorlardı. Bu davaya baş koymuştum artık, geri çekmeyecektim ayağımı, kabullenmiştim, başıma ne gelecekse hazırdım.
İlk dört sırayı bitirdiler, artık sadece önümdeki son sıra kalmıştı, sonrasında sıra bendeydi. Beşinci sıraya geçerlerken, orada oturan kadın beni fark etti ve birden ayağını muşambanın altından, dışarıya uzattı.
Ama bu benim savaşımdı ve hemen kalkıp kendimi gösterdim, elimi kaldırdım ve "ben yaptım" dedim,
"Evet! Ayakkabımı muşambanızın altından dışarıya ben çıkardım, dikkatli bakınca ucunda birikmiş yağmur damlalarını görebilirsiniz."
Kadını gösterip, "ama o da..." dediler hemen araya girdim ve “hayır!” dedim. "O, onun olmayan bir savaşta yaralanmamalı".
Bu arada tüm bunlar olurken sen hâlâ yoksun.
Tamam dediler,
beni muşambanın sınırından alıp, daha da içeri oturttular.
Artık hayaletler de görünmüyordu ve sen her an gelebilirdin.
Bir şeyler yapmalıydım çünkü artık sigara da içemiyordum.
K.D
Haziran 1
Nasıl gitti anlamıyorum,
Kavanozundaki suyu temizlerken bardağıma koyduğum japon balığı.
Ne kadar uzaklaşmış olabilir diye bakıyorum evin her bir köşesine,
Saatler geçiyor, akşam iniyor, yok.
Ölmüş olmalı titreye titreye can çekişerek,
Evin uzayında, sonsuza kadar, aynı hızda.
Belki de şimdi sokakta,
Yürüdüğüm yolları yürüyor sırtında bohçasıyla karanlıkta.
Halbuki ben, geceleri hep ılık bir ışık bırakırdım ona bakan,
Korkmasın diye tutsaklıktan
K.D
Mayıs 18
ve gün gelmişti,
sabaha doğru, gün ışımaya yeni başlarken
arkasına bakmadan alıp yükünü sırtladı
başladı bitmeyecek olan yol, yalın ayak.
çünkü susturamadı.
sus dedi olmadı,
vurdu kırılmadı,
sövdü alınmadı,
kanattı ama ölmedi.
an gitmek anıydı.
arkasına bakmadan alıp sırtladı yükünü.
başladı bitmeyecek olan yol, yalın ayak.
konuş dedi şimdi konuş,
kimse duyamaz artık seni benden başka,
artık uzaktayız ikimiz de.
hadi konuş şimdi dilediğin gibi,
istesem de bir şey yaptıramazsın artık bana.
ve yük konuştu son kez,
serin ol dedi, son sesidir bu gevezenin,
her yerde ayrı ayrıyızdır biz dedi.
her dilde ayrı konuşuruz.
her kişiye musallat.
sadece akıl susturur bizi.
eğer susmuyorsak,
eğer hala bunca yol taşınmışsak sırtında çok uzaklara,
ne çenebazlığımızdan, ne de yüzsüzlüğümüzden.
ayakların kanıyor dedi, canın yanmasın
K.D
Mart 18
Her gece bir efkârlık nefes ki sigaramda adın,
Gülümsemeni artık anımsayamıyorum pinhan, gülümsemen yarım.
Dokunuşu elinin, bir saniyelik dokunuşu yüzüme,
eski bir bahçede yaşlı bir kayın.
Sesini anımsayamıyorum pinhan sesin kırık, sesin yarım.
Her gece küller bırakıyorum parçalanmış sol yanağıma
gecenin ikisinde evine gizlenerek giderken vuruyorlar pusudan.
sol yanağım ve külleri uçuyor mahallenin sıcağına
dökülüyor dalına kayının.
Çaresiz yeniden,
elinin bir saniyesinde son buluyor yolculuğu kül dolu yanımın.
K.D
Mart 6
şimdi şubat
en büyük bilinmezi tarihin.
her şeyi feda edebilen görecek gerçeği.
şimdi şubat,
bekliyor, sadece kuşkusuz olanların yürüyebileceği yolun sonunda
sıcak ve huzurlu sesiyle çağırıyor
ve adını fısıldıyor sağır kulağıma
soruyor, duyuyor musun?
duyuyorum
görebiliyor musun?
görüyorum.
hazır mısın?
hazırsın.
insanı çıldırtan bir sesle çatlıyor aniden yer
kuşlar sağa sola uçuşmaya kalkıyorlar kuru ağacın dallarından
ve şubat çıkıveriyor çığın altından
kıpkırmızı ve yüce
açıyor kollarını iki yana upuzun
gökyüzünden bana indirip gözlerini,
basıyor bağrına kalbimi
hoş geldin ediyor, alıyor içeri.
K.D
Şubat 3
17’nin Şubat’ında devrimci bir tavşan delirerek çıktı şapkadan.
o gece yağmur mavi bir iplik, sökülmüş gibi yağıyordu Kadıköy’e
kimseler tanımıyor bilmiyordu beni ki sokak lambasıyım ayan
başlarında tavşan olan isyancılar, aralarında bilinmedik bir dille anlaşıyor ve örgütleniyorlardı görüyordum.
bir tek ben anlıyordum onları, her şeyi ışıl ışıl gören ben ve bir de karşımdaki evin 6. Katındaki Nilgün Hanım
Nilgün Hanım, güzel, incelikli kadın..
elleri, ayak bilekleri incecik.
kocasını, çocuğunu, kedisini ve bir de sigarasını çok sever.
camı hep yarım açık yatar.
uzun yıllar boyunca her sabah tül tül olmuş geceliğiyle kalkıp sıcacık yatağından, önce uyuyan kocasına bir bakar sonra çocuğunu öper uyandırmadan,
ardından uzun dalgalı saçlarını tarar aynasının önünde,
kedisini alır kucağına,
cama gelir bir sigara yakar sokağın o eşsiz ve nadir yalnızlık anına.
o saatte sokakta ve sokağın farkında olan kimse olmaz ikimizden başka.
içine çektiği sigarasını üflerken dışarıya, beni görüp en güzel günaydını kondurur sönmek üzere olan ışığıma.
sigarası bitince uzun salaş kahverengi beyazlı eteğini giyer,
üstüne bir kazak ve koşar ayak vapura işe yetişmek için.
memurluktan emekli olduktan sonra önce kocası, sonra kedisi terk ettiler onu.
Çocuğu da arada bir uğrayıp insanlık vazifesini yerine getirir oldu sağ olsun.
Nilgün Hanım hiç ağlamadı.
hiç affetmedi.
sigarasını daha da sevdi sadece.
artık üstünü hiç değiştirmiyor, saçlarını hiç taramıyor, camın kenarından hiç ayrılmıyor ve beni görmüyordu.
elinde sigarası, bekliyordu, bir şeyleri bekliyordu.
17’nin Şubat’ında, gece saat 22.45 sularında, simsiyah gecede bembeyaz bir tavşanın önderliğinde isyancılar,
önce rıhtımı kuşattılar,
ardından Akmar düştü.
Mühürdar’dan Zuhal’e doğru dalga dalga yayılıyorlardı.
umutsuzluk naraları attıkça isyancılar,
memurları, gidemeyenleri, sıkışanları da arkalarına almaya başlıyorlardı.
kalabalık gitgide artıyor ama kimse göremiyordu.
Sakız Güllü’ye geldiklerinde benim tam önümde durdular
sanki bir haber, sanki bir işaret bekliyor gibi durdular.
çıt çıkmıyordu.
sonra demir kapı açıldı içeriden,
önce anılar çıktı dışarı, ardından Nilgün Hanım.
Onu görünce dayanamadım, ben de atıldım aralarına
O müthiş gümbürtülerle uyuyan Kadıköy sessizlikle uyandı, ama artık çok geçti.
Nilgün hanım, şapkadan kaçan tavşan ve bir sokak lambasının önderliğinde
arkamızda sıkışanlar ve bir şeyleri bekleyenler
tüm sokaklarını temizledik, tüm olmazlarını oldurduk Kadıköy’ün
son tavşan şapkadan kaçıncaya
son Nilgün Hanım yalnız kalmayıncaya kadar.
Rıhtım’dan Moda’ya kadar.
çoluk çocuk demeden
gözün yaşına, dilin sözüne bakmadan.
bıçağımızdan geçirdik Kadıköy'ü.
K.D
Aralık 31
yalnızız,
yanan bir ormanda tek başına kalmış bir kaplumbağa gibi yalnızız,
en hızlı halimiz bizim, en gerisinde ormanın ve tam ortasındayız yangının
yalnızız,
Beyoğlu'ndaki son ahşap ev gibi yalnızız,
merdiveninde hayatta kalan son sokak kedisi en bilge kalabalığımız.
yalnızız,
en kötü romanın ilk basımı en değerlimiz,
bilinmez görülmez bir yerlerde,
eti sayfa sayfa kemirilir gururla beklerken.
yalnızız,
Plüton gibi birdenbire alınır namımız,
bizse mağrur ve hiç bozmadan kendimizi,
deriz ki bizi bilen bilir.
şu fezada hâlâ bir gezegeniz
deriz ki bilmeyenler bilmesin
duymayanlar duymasın
biz aşkın ve o anın her daim yörüngesindeyiz.
gidemeyiz aşk çeker,
durursak an biter.
yalnızız..
namsız bir gezegende
yanan ormanın ortasında kalan son ahşap evde
en kötü romanın ilk baskısını
son sokak kedisiyle okuyan bir kaplumbağa kadar yalnızız.
K.D
Aralık 26
Türkü - K.D - Kasım 21
Karşılama - K.D - Mart 19
Geceleri dışarı çıkmamı bekler.
ben,
dışarı çıkar çıkmaz, başımı yukarı kaldırıp hemen onu ararım,
gri beyaz perdelerinin arasında.
kimi zaman tül perdesini küçük elleriyle aralayıp,
yüzünü bana çevirir,
gözlerini üzerime dikerek, yanağında ince bir tebessümle.
bazen, iki kanadını da ardına kadar açar tahta penceresinin
avuç içleri pervaza dayalı, göğsü gergin, sırtı asil
tümüyle gösterir kendini bana,
yolumu aydınlatır ışıldayan geceliği.
tüm güzelliği ve duruluğuyla
bana bakar sevgilim ve izler her saniyemi.
kızdığı da olur bana,
Öyle ki dalgalar çekilir tüm denizlerden,
kaçamam karanlıkta.
ellerinde yanıp sönen meşaleleriyle,
sahilde, siyah ve parlak bir kayanın üstünde yakalar sadık dostları beni.
kocaman bomboş bir odada,
kadim zamanlardan gelen seslerle sorgulanırım.
dört yanımdan ağır ağır üzerime yaklaşır,
parlak cümlelerin sonlarında yanan ışıklar.
korkarım karanlıkta.
sonra, kıyamaz.
yeter der,
bu kadar yeter.
büyüyen kızarık gözleriyle.
yüzünü yüzüme yavaşça yaklaştırarak,
tüm suçlarımı son kez yüzüme vurup,
bırakır beni yalnızlığıma,
utanırım karanlıkta.
ertesi gece,
dayanamaz dışarı çıkarım,
kafamı kaldırıp, penceresine bakarım umutsuz bir suçlulukla,
tahta penceresini aralamış yine elleri
ve
üzerinde parlayan beyaz geceliği,
göğsü gergin, sırtı asil,
mağrur göz bebeklerini eğerek aşağıdaki bana,
oradadır yine,
yolumun aydınlığı.
K.D
Ocak 30
Hatır - K.D - Kasım 21
İn - K.D - Ekim 11
Buluşma - K.D - Haziran 10
sonra bu şarkı, bu şarkı,
süzülüp uzayarak giden bir yol gibi kıvrılarak,
yağmurlu bir cam ardından bakar gibi
giriyor içine aksayan yanımın.
ve bükülmez denen tel kırılıveriyor.
martı uçmayı bırakıyor.
o güzel yaprak,
açıklayıp söylemek ve susmak arasında bir yerlerdeyken tüm gerçeği,
oracıkta,
pis bir ayakkabının tabanı altında,
iç çekip
çatırdayarak
parçalanıyor.
K.D
Mart 9
Sıhhiye - K.D - Şubat 17
bir otobüs kalkıyor altı yoldan,
son otobüs bu tanıyorum.
en önde,
koltuğun destek demirine eğilmiş bir adamın yanından geçerek ilerliyorsun içeri.
cama doğru dönüp
sertçe çekip alıyorsun
gözlerinin bana sarılmış ellerini.
ben nasıl olduğunu anlamadan,
yanında buluyorum kendimi
konuşuyoruz uzun uzun, gülüşüyoruz
beraber el sallıyoruz duraktaki bana.
durağına geliyoruz sonra,
iniyorsun otobüsten.
işte tam da burada başlıyor hastalığım,
sen iniyorsun,
ben inemiyorum.
K.D
Şubat 16
bazen bu yazılara üzülüyorum
hiçbirini göremeyecek olman ne acı
halbuki her ışığını yaktığında
giyinip kuşanıyorlar, saçlarını tarıyor ve mis gibi kokuyorlar
tutuyorum ellerinden yürüyoruz birlikte ışığa doğru, ışığa doğru
tek ayakları üstünde zıplayarak,
yüzlerinde müthiş bir gülümsemeyle koşuyorlar
ışığa doğru
Zapt etmek zor ama gözüm gibi bakmışım
ışığa doğru...
sonra kapatıyorsun ışığı.
K.D
Aralık 18
Beni bu kaldırım tanır
son otobüsüne yetiştiğin otobüs durağı ve bu yalnız ışık gençliğimi bilir.
yani çeyrek ekmek yürüdüğümüz o yokuşun adı Bahariye değildir.
sol elinle beni ortasından alıp güvenli bölgeye çektiğin sokak,
sesimi en uzaktan duyar
beni,
gözlerini bir saniye bile gözlerimden kaçırmadan baktığın her masa tanır.
bense hâlâ kaybederim sen aradığında yolumu, bilmeyi reddederek.
Tarif et isterim,
uzun uzun anlat bana, beni yetiştiren ışığı,
yön ver, yıllarca yanında durduğum duraktan kerteriz alarak
o Rex'e çıkan yokuş yok mu oradan, diye devam et konuşmaya
böyle olmayacak de en sonunda,
kapısında de kapısında bekliyorum gençliğinin.
Oraya doğru yürü, beni göreceksin de.
kendi sesinde, yıllarımla tarif et
K.D
Aralık 18
Web sitesi trafiğini analiz etmek ve web sitesi deneyiminizi optimize etmek amacıyla çerezler kullanıyoruz. Çerez kullanımımızı kabul ettiğinizde, verileriniz tüm diğer kullanıcı verileriyle birlikte derlenir.